Rahatsızsın. Uzun ve rüyasız
bir uykunun henüz başınday-
mışçasına ve dahası bunun net
bir şekilde farkındaymışçasına.
Hayal gücünün gözler önüne
serilmesini ve başkalarının da
bunu seyretmesini isteyen bir
yönetmenin ellerinde olman
muhtemel. Kafasında canlan-
dırdığı romanı oturup film ya-
pan ve 2014 Uluslararası Can-
nes Film Festivali’nde, Altın
Palmiye’yi hakeden Nuri Bilge
Ceylan’ın ellerinde sanki biraz-
dan tarihini yazmaya başlaya-
cağın tiyatro gibi kıpırdayacak-
sın. Kıpırtılı bir roman gibisin
şimdi, sahnelenen bir roman…
Ve hoşnutu olmadığın bu uzun
mu uzun rüyasız Kış Uykusu
yüzünden Oscar’ı da kaybede-
ceksin. Dalıp gittiğin anda ara-
bana atılan taşla başlayan irkili-
şin sessizce devam edecek.
Yabancısı olduğun bu yerlerde
karın yağışını seyrediyorsun.
Karın yağması mı yoksa karın
toprağa sahip çıkması mı? Ar-
tık öteler oldu herkes toprağı
diye düşünmenin bir yükümlü-
lük olduğunu bir gereklilik ol-
duğunu görme vakti belki de
diye düşünüyorlar, diye düşü-
nüyorsun. Sanki koca bir çölün
orta yerindeki bir kayalığı sana
bağışladılar ve bu senin en is-
tediğin şeydi. Bu çölde fazla-
ca kaba ve fazlaca yakışmaz bir
şekilde durup bakıyorsun etra-
fına. Ne zaman bitecek bu du-
rup durup etrafına bakma se-
ansları, sorulmuyor sana. Sen
de bunu kendine sormuyor-
sun hiç… İnce, uzun, zerafetin-
le yaklaşarak kabalıktan bes-
lenmeye çalışıyorsun. Öyle ya
sana göre her şey kaba. Sana
göre her şey poşetin dibinde
kalan sayılı birkaç zeytin. Faz-
lasını almaya güç mü yetme-
di, neden bu kadar erken bit-
ti poşetteki karanlık bilinmez
ama elle de yenilebilir bir şey o
ya da ışıltılı porselen tabaklara
konulup daha estetize edilerek
de yenir. Yani her şekilde yeni-
lebilir bir siyah zeytin. Ama her
durumda farklılaşır konumun.
Birinde kabasındır, çirkinsindir,
estetikten yoksun ve tiksindiri-
cisindir. Birinde narinsindir, gü-
zelsindir, acıkmak sana her se-
ferinde yakışır, acıkmak hiçbir
zaman seni çirkin göstermez.
Söylesene bir porselen dağıta-
bilir mi poşetin dibinde kalan
ağız tadını. Ağız tadı değil mi
bu nihayetinde? Nerelere git-
sen seni yokluğunda sersefil
edecek. Ağız tadı olmasa ister
porselenlerle sunulmuş ister
yerlere saçılmış olsun. Hele de
sen… Sen ki artık rahatsızsın.
Bir tandırın içinde eriyip dö-
nüştü tenin, bir naylon gibi.
Şubatının soğuğundan mar-
tının namından eser kalmadı.
Haziranın artık eskisi kadar sı-
cak değil üstelik ve yine tem-
muzun nasıl da rezil. Her şeye
rağmen sadıksın sen. Dizginle-
men gerektiği telkin edilen ra-
hatsızlığına rağmen. Bir şeyle-
rin gözünün karasının bitip be-
yazının başladığı yere batma-
sına dayanamıyor, bu rahatsız-
lığa susamıyorsun. Nice gün-
ler geçiyor ve sen, “O kadar si-
nirlendim ki yazmadan ede-
medim.” diyerek haklı olunma
ve arınma tepelerinde çakılla-
rın sunduğu kâselerden ilham
içiyorsun. Akıldan ve bir kere
bile mabedine girmediğin din-
lerin emirlerinden bahsediyor,
yoksulluğu ve estetiği bir oda-
ya kapatıp muhabbetlerini din-
liyorsun. Çamurlu ayakkabılar
ilişiyor gözüne. Dönüş filmin-
den kopup kış uykusuna ya-
tan İbrahim’in rüyası oluveriyor
birden bulunduğun sahne. İb-
rahim Almanya’dan geliyor ve
sevdiğinin (Türkan’ın) çamurlu
kara lastiklerine bakıyor. Bir gü-
zel ayakkabı canlanıyor gözün-
de. Elbette İbrahim bizim bil-
diğimiz İbrahim değil o anda
ve sonrasında da. Sen İbrahim
gibi terk etmiyorsun orayı. Gi-
demiyorsun Aydın Bey. Ki hak-
sız da değilsin. Yaptığın şey kö-
tülük müdür, kötü niyet midir
bilinmez ama kötü niyetli de
olsan senin kötülüğüne karşı
koymadan suçu olmamasına
rağmen senden özür dileyecek
kimseler bulacaksın yakınların-
da. Uzağında da böyle kimsele-
rin olduğunun bilincinde olup
yine küplere bineceksin. Dün-
ya küpünün köşelerini bulup
onu gençken yaptığın gibi nes-
neleştirmek isteyeceksin yine.
Oturup düşüneceksin yaşını,
kaldırıp atabileceğin bir kelay-
nak başıyla ve kaldırıp atama-
yacağın kendi başınla. Ben ne
yaşlıyım ne de gencim diyeme-
AHİ
EVRAN
AKTÜEL
55